Zeki Müren... DOĞUM GÜNÜNDE UNUTULMADI!

Zeki Müren... DOĞUM GÜNÜNDE UNUTULMADI!

Sanat Güneşimiz Zeki Müren, Google tarafından doğum gününde unutulmadı!

Bugün sanat güneşimiz Zeki Müren'in doğum günü... Zeki Müren gerek ismi gerekse tarifi zor sesiyle bugün bile ülkemizdeki en değerli sesler arasında gösteriliyor; 

Googleda doğum gününde Zeki Müren'i unutmadı... Zeki Müren'in hayatı hakkında bilmedikleriniz burada; ayrıca Zeki Müren kimdir? sorusunun yanıtını da içeriğimizde bulabilirsiniz.

ZEKİ MÜREN KİMDİR? ZEKİ MÜREN'İN HAYATI...

Zeki, 6 Aralık 1931'de, Bursa'nın Hisar semtinde Hayriye Hanım ve Kaya Bey'in tek çocuğu olarak dünyaya geldi.
Müren ailesi, Üsküp'ten Bursa'ya yerleşmişti. Ortapazar Caddesi'ndeki 30 numaralı ahşap evde yaşamaya başlamışlar; aralarına katılan Zeki ile çekirdek aile tamamlanmıştı.

Kaya Bey, İnşaat Mühendisiydi, ayrıca kereste tüccarlığı da yapıyordu.

Zeki, ufak tefek, çelimsiz bir çocuktu. Hani şu bir kadının diğer kadına "Aa, sen bu çocuğu hiç yedirmiyor musun?" diye annelik mertebesinde üstünlük sağlatacak bir görünümdeydi.

Ayrıca fazlasıyla da duygusaldı. Daha çocuk zamanlarından duygusallığını her durumda hissettirirdi.

Bütün bunların dışında en önemlisi Zeki'nin musikiye yeteneği vardı ve babası bunun farkına şükürler olsun ki çok erken varmıştı. Aslında bu fark ediş, Zeki'nin yıllar sonra bir "Sanat Güneşi" olacağının ilk adımıydı.

Musiki eğitimi

1949'da lise eğitimini sürdürürken, bir yandan da sinema yönetmeni ve senaryo yazarı olan Arşavir Alyanak'ın babası ünlü Musiki Üstadı Agopos Efendi ve Udi Kirkor Efendi'den ders almaya başladı.

Sonraki yıllarda Refik Fersan ve Şerif İçli'den Fasıl Musikisi, Klasik Türk Müziği makamlarında eğitim aldı.

Şükrü Tunar'la da beste yapmak üzerine çalıştı. 1949'da, ilk şarkısı ve akrostişi "Zehretme bana hayatı cananım"ı besteledi. İstanbul Radyosu'nda Suzan Güven, şarkıyı "Bursalı Zeki Müren'in Acemkürdi Şarkısı" anonsuyla sundu ve Zeki, henüz 17 yaşındaydı.

İstanbul Radyosu Sanatçısı, Zeki Müren

Zeki, dolu dolu bir lise dönemi geçirdi. 1950'de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi (Mimar Sinan Üniversitesi) Yüksek Süsleme Bölümü, Sabiha Gezen Atölyesi'nde yepyeni bir eğitim sürecini başlatmıştı.
Desen çalışmalarını öğrencilik yıllarında başlayarak çok kez sergiledi.

Her şey bir yana, müzik bir yanıydı Zeki'nin dünyasında. Akademiye başladığı yıl İstanbul Radyosu'nun açtığı bir sınava girdi.

186 kişinin katıldığı sınavda Zeki birinci oldu ve İstanbul Radyosu Sanatçıları arasına katıldı.

Artık bir radyo sanatçısıydı; inanamıyordu. Ama inanamayacağı daha pek çok güzel şey yaşayacaktı. İlki için çok beklemedi.

1 Ocak 1951'de radyonun sanatçılarından Perihan Altındağ Sözeri aniden rahatsızlandı ve onun yerine konsere çıkması için Zeki çağırıldı.

Bir filmin sahnesini gerçekten yaşıyor gibiydi. Programa çıktı; 45 dakikalık nefis bir canlı performans sergiledi.

Herkes mest olmuştu. Konser bitiminde radyonun telefonu çalıyordu. Arayan Hamiyet Yüceses'ten başkası değildi. Zeki Müren'i tebrik etmek için aramıştı. Musiki kariyeri yükselişe geçmeye başlamıştı bile.

İlk "Altın Plak" sahibi, Zeki Müren

1955, Zeki Müren için her açıdan bereketli ve emeklerinin karşılığını aldığı bir yıldı.

Müzik kariyerinde önemli bir yol kat etmişti. "Manolyam" adını verdiği kürdilihicazkâr makamındaki eseri, 1955'te Türkiye'de ilk defa verilmeye başlanan "Altın Plak Ödülü"ne layık görüldü.

Sanat Güneşi, Zeki Müren

Zeki Müren, kadife sesi, vurgulu yorumu ile insanın kulaklarının pasını siliyordu. Kendine özel zevkinden doğan gösterişli sahne kostümleriyle de adeta bir görsel şölendi.

Sesi ne kadar seviliyorsa, bu gösterişi de bir o kadar beğeniliyor ve merak ediliyordu.

Sahnede bütünlük oluşturma titizliğiyle her sahnesi ayrı bir tiyatral hava estiriyordu. İşte bu yüzden ona, sadece yaşadığı süreçte değil, öldükten sonra bile adının yerine telaffuz edilecek "Sanat Güneşi" betimlemesi atfedildi.

Hastalık süreci

Zeki Müren, ilk kez 1980'de Kuşadası'nda kalp krizi geçirdi; ikincisinde de 1983'te Paris'teydi.

Bodrum'daki evine istirahate çekildi. Son bir kez daha konsere çıkacaktı. 1984'te geliri antik tiyatronun restorasyonuna harcanacak Bodrum Kalesi konserini verdi.

Aldığı ilaçlardan sonra yıpranmaya başlamıştı; kilosu da artıyordu. bir yandan kalbi yorulmuş, bir yandan da şeker hastalığı nüksetmişti.

Ama o asla böyle hatırlanmak istemiyordu. O, sahnedeki parıltılı, görkemli görüntüsüyle hafızalarda yer etmeliydi. Evine kapandı ve insanlardan uzaklaştı.

Son veda

Her şey bir öğleden sonra Bodrum'daki evine gelen telefonla başladı; arayan yardımcısıydı.

"Paşam" dedi her zamanki sesiyle. "Buyurunuz efendim" dedi Paşa. Bir yandan acı içindeydi.

Hastalıktan parmakları da şişmiş, hareket etmekte güçlük çeken bedeni ve ellerinin hâlsizliğiyle ahizeyi tutmak dahi yorucuydu.

Dinledi, dinledikçe de yüzünün şekli değişiyordu. TRT, şahsına özel bir gece düzenlemek istiyordu. Duyduğu bu haber karşısında mutluluğu ayrı, hüznü ayrıydı sanki.


İzmir Stüdyosu'nda canlı yayın düzenlenecek ve bir de ödül verilecekti. Yüzünde karmaşık ifadesiyle dondu kaldı.

Doktorlar sahneyi ve ardından gelebilecek her şeyi, ufacık bir heyecanı dahi yasaklamıştı. Hastalığının bu aşamasında bu teklifi kabul etmesi çılgınlık olurdu.

Yapmak istediği ne çok şeyi, hayata geçsin istediği ne çok fikri vardı. Ama bir yandan da dayanamadı, sanatına başlangıç noktası olan bu kuruma nasıl hayır diyebilirdi…

"Memnuniyetle efendim. Acaba birkaç ricam olabilir miydi?" diyerek kabulünü bildirdi. Ajda Pekkan ve Muazzez Ersoy'un da davet edilmesini rica etmişti.

24 Eylül 1996 günü çatıp gelmişti. Saat 18.00'de arkasında onu ne zamandır yakalayamayan bir basın ordusuyla TRT İzmir binasına giriş yaptı.

Nasıl mutluydu, nasıl heyecanlı… Makyaj odasında er zamanki titizliğiyle görkemli bir hazırlık yaptı. Yıllardır huyuydu, her kostümüne mutlaka isim verirdi. Bu gecenin kostümünün adı, "Son Gece"ydi.

Hazırlıkları bittiğinde stüdyoda kendine ayrılan koltuğa oturdu. Ajda Pekkan ve Muazzez Abacı da Türkiye'nin iki önemli sanatçısı olarak Sanat Güneşi'ni sevgiyle selamladı ve prova başladı. Herkes gibi onlar da biliyordu. 

Zeki Müren, Türkiye'de iyi sanatçılar listesinde sıralamaya girecek bir isim değildi. Liste zaten tepede onun adı yazıldıktan sonra başlayabilirdi.

Adı ödül için anons edildiğinde hantallaşan vücudu ve mesleğine duyduğu aşkla kalktı masadan.

TRT Sunucusu ve Genel Müdür Yardımcısının yanına doğru gitti. Bir şeylerin yolunda gitmediği belliydi aslında.

Ayakta durmakta güçlük çekiyordu. TRT Genel Müdür Yardımcısı ambalajlı olan sürpriz ödülü açtı.

Ödül TRT Ankara Radyosunda ilk şarkılarını söylediği mikrofon. 45 yıllık geçmişin ve yaşadığı anın verdiği heyecan, üstüne bir de mikrofonun ağırlığıyla ödülünü daha eline alır almaz geri vermek zorunda kalıyor.

Çünkü bu kadar heyecan fazlaydı ve her zaman özendiği seyircilerinin önünde düşme korkusu onda daha da panik yaratmıştı.

Neyse ki sunucunun kollarına tutunarak koltuğuna kadar gidebilmeyi başardı. Ama sakinleşemiyordu. Gülümsemesini yüzünden asla azaltmadan sadece şunu söyleyebildi: "Beni dışarı çıkarın".

Programa hemen ara verildi ve Zeki Müren makyaj odasına götürüldü. Düştüğü tek bir kare dahi olmamalıydı.

Makyaj odasının kapısı açılır açılmaz kendini yere bıraktı. Sanat Güneşi, Müziğin Paşası, ah iki gözümün nuru… O anda, hep doğduğunu söylediği TRT'de şimdi ölmüştü işte…

 

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.