Ayşegül Aldinç... 'KENDİMİ BİLDİM BİLELİ ŞARKICI OLMAK İSTEDİM!'

Ayşegül Aldinç... 'KENDİMİ BİLDİM BİLELİ ŞARKICI OLMAK İSTEDİM!'

Sanatı kadar topluma verdiği mesajlarla da dikkat çeken sevilen sanatçı Ayşegül Aldinç HaftaSonu'na konuştu.

Başarılı sanat hayatının yanı sıra toplumsal duyarlılığı ile de tanınan Ayşegül Aldinç, Sözcü okurlarına çarpıcı açıklamalar yaptı.

İşte Aldinç ile pandemiden çevre sağlığına, İstanbul Sözleşmesi'nden Atatürk sevgisine, dünden bugüne kadar çok özel röportajımız.

Nasıl bir ailede yetiştiniz? 

Spor yazarı rahmetli Orhan Aldinç’le resim Öğretmeni Süheyla Aldinç’in tek çocuğu olarak dünyaya geldim.

Annemden resim yapma yeteneğini almışım, ki babamın da bu alanda çok hoş çalışmaları vardı.

Edebiyat yönü kuvvetli olan babamdan da yazı yazabilme yanımı edinmişim. Ailede şarkıcı, oyuncu pek kimse yoktu hatırladığım.

Baba tarafımda yalnız, eski adıyla Yugoslavya’da opera sanatçıları varmış sonradan öğrendim.

Çocukluğunuz nasıl geçti?

Çocukluğum, tek çocuk olduğum için gayet konforlu geçti. Ama hep bir kardeşim olsun istedim.

Annem Davutpaşa Ortaokulu’nda öğretmenlik yaptığı ve oraya yakın olduğu için ilkokul yıllarım Fındıkzade Kızılelma Caddesi ve civarında geçti.

Yaramaz olduğumdan ve annem biraz nefes almak istediğinden olsa gerek, orta 1’i Kandilli Kız Lisesi’nde yatılı olarak okumamı uygun gördü.

Sonra dayanamadı ve öğretmenlik yaptığı Davut Paşa Ortaokulu’na aldı beni. Orta 2′ yi orada, annemin Feriköy Ortaokulu’na tayini çıkması üzerine orta 3′ ü de bu okulda okudum.

Eğitimim semtler arası mekik dokuyarak geçti özetle. Sonra Sulanahmet Erkek sanat Okulu Makina Ressamlığı Bölümü, o bitince de Tatbiki Güzel sanatlar Seramik Bölümü diploması. Okul hayatım böyle.

Instagram'daki sayfamda da kolay okunabilir bir üslupla farkındalığımı yazıyorum sıkça.

Bu, benim de görevim, sorumluluğum. Sahne sanatlarıyla bilinenlerimizin tamamı, kimilerinin zannettiği gibi fildişi kulelerinde oturup, gövdeye buzlu badem indirmiyor!

Sanata ilginiz nasıl oluştu?

Her şey bir yana okuduğum tüm okullarda fırsatını buldukça arkadaşlarıma şarkı söylerdim.

Fındıkzade’deki evimizde yaşarken, annem okula gittiğinde beni giriş katı komşularımız Zeki Bey’lere bırakırdı.

Ben de onlar sıkılmasın diye onlara dansım devinmelerle şarkılar söylerdim. Düşünceli bi çocukmuşum.

Kendimi bildim bileli şarkıcı ve oyuncu olmak istedim.  İkisi de birbirinden ayrı düşünülmemesi gereken dallar aslında.

Şarkı söylemenin içinde oyunculuk, oyunculuğun da bir ritmi, nüansı, melodisi var.

Ünü dünyaca kabul görmüş tüm sanatçılarda da bu iki özelliğin olduğunu fark etmem sonralara dayanıyor. Yazma arzusu ise babama özenmemden…

Ses sanatçılığı, oyunculuk ve yazarlığınızın yanı sıra, bir süre müzik öğretmenliği de yapmışsınız.

Evet, başarısız geçen altı aylık bir evlilikten sonra o yıllar Akaretler’de bulunan Anafartalar Ortaokulu’nda ücretli  resim ve müzik öğretmenliği yaptım. 

Terapi gibiydi. Bazen yolda rastlaşıyoruz öğrencilerimle. Onlar yanıma gelip hatırlatıyorlar kendilerini.

Kocaman adamlar olmuşlar doğal olarak. Tanımam mümkün olmuyor haliyle? ‘Ne çabuk büyümüşüz hep beraber’ diyorum.

Toplumsal duyarlılığı olan bir sanatçısınız. 

Ünvanlarımız, pozisyonlarımız ne olursa olsun duyarlı olmak insan olmanın gereği… Aydınlık bir gelecek, aydınlık insanlarla mümkün olabilir.

Aksini düşünmek yaşadığımız çağın gerisinde kalmayı seçmektir. Haksızlıklara dayanamamak ise insani bir refleks.

Türkiye’de kadın olmak ve İstanbul Sözleşmesi hakkındaki düşünceleriniz nedir?

Karşı olunabilirliğini aklım almıyor. Uygarlık tarihi hocamız, rahmetli Server Tanilli ilk dersinde “antagonizma”dan söz etmişti ve anlayabilelim diye paralel örneğini vermişti.

Uzlaşmaz fikirlerin kesişmeyeceğiyle ilgili. Yaşadıklarımızdan bunu çok daha iyi anlayabiliyorum.

İstanbul Sözleşmesi’ni gerekli kabul eden kesim, bu sözleşmenin karşısında olanların argümanlarıyla asla uyuşamayacak.

Olan, olmaya devam ettiği üzere yine kadınlara olacak. Karşı olanların dışında bu sözleşmenin ne olduğuyla ilgili fikri olmayanın merakı da yok anladığım kadarıyla.

İstanbul ile ilgili bir durum sözleşmesi sananlar, hiç fikri olmayanlarla, hatta fikri olmayıp zikri olanlarla yarışıyor.

Sizi sadece insan hakları değil, hayvan hakları ve çevre sağlığı savunmasında da görüyoruz.

Benim unutamadığım aktivitelerinizden biri, 1989 yılında İzmir Aliağa’da katıldığınız eylemdir.

Yapılmak istenen termik santrale karşı el ele insan zinciri oluşturulan eylemde gönüllü olarak konser vermiştiniz.

Cem Karaca ve Nejat Yavaşoğulları da oradaydı. O günleri sizden dinleyelim.

Evet. Bir işe yaradığımı hissetmeye başladığım günlerdi. Hayvansever olmak da insan olmanın gereği.

Hayvansevmez nasıl olunur mesela bunu da aklım almıyor. “Doğayı Sev, Yeşili Koru” öğretisiyle büyüdük.

Gözümüzün yettiği her yerde bu tabelalar yok muydu? Hala var. Ama işte insanın gönlünün de yetmesi gerekiyor.

Gönlünün razı olmaması gerekiyor. Dünyada da bu böyle ne yazık ki.  Alev alev yanıyoruz. Rant peşinde olmaya devam edenlerin kefenleri bol cepli sanırım!

Bir yandan doğanın tahribatı, diğer yandan salgın hastalıklarla gelen bu zorlu dönem insanlığa neler öğretiyor?

Nefes almanın önemini her şeyden önce. Virüs insanı boğarak öldürüyor.

Eşyanın, çulun, çaputun değersizliğinin farkına varıyor, temasın önemini, korkunun insanı nasıl da pasifize ettiğini fark ediyorsun. Belki de istenen budur, onu da bilemedim.

“Nereden çıktı bu corona salgını” diye düşünüyor musunuz?

Birilerine illa ki tuhaf gelecektir ama ben bu virüsün kesinlike yarasa, pangolin ve benzeri hayvanlardan bulaştığına inanmıyorum.

Laboratuvar ürünü olduğunu düşünenlerdenim. Özetle  insanlığın genel anlamda başına gelen tüm felaketlerden pek bir şey öğrendiğini de sanmamaktayım. 

Öğrenseydik önlem alıp başa çıkabilirdik.

İyi bir gözlemcisiniz. Corona salgını ile mücadele sürecine dair izlenimlerinizi paylaşır mısınız?

Maske takma ve mesafe konusundaki aymazlığın nedenini illa ki cehalete bağlamak,  sorumluluğunun bilincinde olan kesimin ne kadar haklı olduğuyla ilgili de bir rahatlama sağlamıyor. 

İnsan ölümlü bir varlık. Ama ölümü bir tek kendine yakıştırmıyor. Maske kolda, kafada, çenede durumları, “bana bir şey olmazcılık” sorumsuzluğu  daha çok insanın canını yakacağa benziyor.

Sizce şu anda neredeyiz?

Tehdit anlamında dünyaca eşitlendiğimiz bir durumdayız. Zamanla uyum sağlanıyor.

Sağlanmak da zorunda. Kendi cephemden en azından bu böyle. Genel olarak ruh sağlıklarımız Allah selamet yalnız tabii.

Derdim kurallara uymamakta direnenlerle daha çok. “Yeni Normal” adıyla bize sunulan rahatlığı normal kabul edip, bunu abartarak, hatta Don Kişot’un yeldeğirmenlerine karşı savaşı gibi alt edemeyeceği bu belanın maskesiz, önlemsiz üstüne  üstüne gitmek, psikolojik olarak “ben senden korkmuyorum”  deli cesareti midir, anlaşılır gibi değil.

“Sen  böyle düşünüp davranma sorumsuzluğunu sergilerken, ben sevdiklerime zarar verir miyim” endişesiyle korkumdan eve kapanıyorum.

Bu arada burdaki ‘ben’ i kişisel olarak kullanmadığımı belirtmem gerek.

Sağlık görevlileri  bu sorumsuzluk  ve onun getirdiği yayılım yüzünden birer birer yaşamlarını yitiriyor.

Yüzlercesi, onca emek verdikleri yararlı mesleklerini terk etmek zorunda kalıyor. Yazık, çok yazık.  

Gün be gün hayatını kaybederek eksiliyoruz. Ama insanoğlu tuhaf. Tek seferde bunca ölüm olduğunda tepkisel olup korkuyor.

Yavaş yavaş olduğunda sıcak suya alışan kurbağa örneğinde olduğu gibi alışıyor. Ve tabii daha da korkutucu olanı; çember daralıyor.

Bunları ifade derken felaket tellalığı yapmıyorum. Durum ortada. Instagram’daki sayfamda da kolay okunabilir bir üslupla farkındalığımı yazıyorum sıkça.

Bu, benim de görevim, sorumluluğum. Sahne sanatlarıyla bilinenlerimizin tamamı, kiminin zannettiği gibi fildişi kulelerinde oturup, gövdeye buzlu badem indirmiyor!

Atatürk’ü niçin çok seviyorsunuz?

İfade etmekte çok eksik kalırım. Çağını aydınlatan, benzeri olmayan, çok ama çok ilerisini görebilen müthiş bir lider.

Asil, devrimci, dogmalara karşı, sratejist, aklı, bilimi her şeyin önünde gören, dinine bağlı ama onu asla siyasete alet etmeyen, dünya tarihinin görüp görebileceği en önemli lider ve fikir adamıdır Gazi Mustafa  Kemal Atatürk. 

“Anneni mi daha çok seviyosun babanı mı” sorusunun manasızlığına denk gelmiş bir zamanın çocuğu olarak “ikisini de.

Ama Atatürk’ü her şeyden çok seviyorum ” cevabını verdiğimi hatırlıyorum, kendiliğinden öğretilmemiş bir coşkuyla.

Ne zamanki onun insani yönlerini de merak edip, okuyarak öğrendim, ona olan sevgim, saygım daha da arttı.

Tartışmasız çok ama çok büyük bir lider. Özetle Atatürk benim de kırmızı çizgimdir

Nasıl bir Türkiye, nasıl bir dünya özleminiz var?

Ülkem için Atatürk’ün emanetine sahip çıkmaya ve onun yolunda yürümeye devam  etmektir doğru yolum.

Dünya genelinde ise -ki ondan ayrı zaten  düşünülemeyiz- bazen distopik bir evrende yaşadığımızı düşünmüyor değilim. Umudum gün geçtikçe azalıyor. Yaşamın üstesinden gelecek kadar mevcut  ama hala…

Kaynak:sözcü.com.tr / Gökmen ULU

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.