Cemal Hünal... "ÇOK HİPERAKTİF BİR İNSANIM" !..

Cemal Hünal... "ÇOK HİPERAKTİF BİR İNSANIM" !..

Magazinkolik`in röportaj yazarlarından Ferhat Şirin karşısına bu kez "Issız Adam"dan damatlığa terfi eden Cemal Hünal`ı oturttu... Hünal, Şirin`e inançlarından başlayıp, etoburluğuna kadar bir çok konuda içini açtı?

2009'un sinemasına 'Issız Adam' filmi damgasını vurdu. Öyle bir vurdu ki yıllar evvel yorumlanan o muhteşem şarkılar yıllar sonra hepimizi farklı dünyalara götürdü. Her şey bu kadar olumlu giderken filmin baş erkek oyuncusu sevgili Cemal Hünal'ı da bizlere tanıttı.

Cemal Hünal röportajını zamanını bilmediğim için hafızamın bir yerlerine kayıt etmiştim ki, Nişantaşı'nda yürürken Cemal Bey'le karşılaştık. Ayaküstü sohbetin ardından röportaj için tekrar konuşmak kaydıyla ayrıldık. İkinci konuşmamızda ''Ferhat yemek pişiriyorum'' dedi. Yemek bitince arayacak olan sevgili Hünal'ı, bende unutup bir ay gibi bir zaman sonra aradım. Sevgili Cemal Hünal'a 'yemek pişmedi galiba' deyince telefonda gülüşmeler pozitif yönde yayılırken, hemen ertesi gün Nişantaşı Zazie Restaurant 'ta sabah buluşup röportajı gerçekleştirdik. Son derece samimi nazik ve sıcak kişiliği farklı sorularıma verdiği farklı cevapları ve yaşamın farkındalığının farkında olması beni ayrıca sevindirdi.

***************************

-Cemal Hünal'ın hayatında suçluluk duymaya iten inançları var mı?

"- Hayatımda beni suçluluk duymaya iten inançlarım elbette var. Bu biraz da benim Tanrı'ya olan inancımla alakalı. Dolayısıyla her zaman doğru kararlar veremeyip doğru hareketlerde bulunamıyorum. Bazen anlık bir sel birçok şeyi alıp götürebiliyor. İnsanın kendi kendine yaptığı, kendi içinde devirdiği bir bardak, masaya dizmiş olduğun çok şeyi de yıkıyor. Benim vicdanımla zıtlaşan şeyler yaptığım zaman, daha iyisini yapabileceğimi düşündüğüm zaman, ya da daha doğrusu olduğunu bilerek yanlışları yaptığım zaman suçluluk hissediyorum. Aslında kendimi başkalarını tarttığımdan çok daha acımasızca tartıyorum. Çünkü insanın önce dış dünyayla değil kendisiyle alışverişi olması lazım. İç dünyanızla dengeleri oturttuğunuzda dış dünyanızın dengelerini de çok iyi kurmuş oluyorsunuz. Ama çok fazla ufak tefek çukurlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz. Hani sürekli ayağımız bir deliğe giriveriyor. Kendimi çok kızdırdığım oluyor kendime karşı. Bunun da faturalarını mümkün olduğu kadar başkalarına çıkarmamaya çalışıyorum. Beni en çok üzen şey birini kırmak. Ama bazen insan farkına varmadan onu da yapıyor. Genel olarak ne yaparsam yapayım kırıcı olmamaya çalışıyorum Ama kırmışsam da mümkün olduğunca gerçek anlamda telafi etmek için elimden geleni yapıyorum."

-Kolaylıkla özür dileyebilir misin yani?

"- Samimi bir özür dilemekte hayatımda hiçbir zaman zorluk çekmedim. Bunu yapmakta çok zorluk çeken insanlarla tanıştım. Ancak şimdiki yaşlarımda bazı insanlar için özür dilemenin neden bu kadar zor olduğunu anlıyorum. Dönüp dolaştığımız yer tamamen iç hesaplaşmayla alakalı. İnsanın ilk önce bunu kabul etmesi lazım. Dışarıya verdikleri şeylerde daha yapıcı olabilsinler ya da yıkıcı olacaklarsa bile daha olumlu sonuçlara yol açabilsinler. "

-Nefsine mahkûm insanların bizleri acıtmasına neden müsaade ediyoruz?

"-Çünkü belki de içinde yaşadığımız dünyada ilk bakışta bu tür insanlar bize daha cesur, daha erişilmez görünüyor. Nefsine mahkûm insanların bir büyü ortamı yaratıp, kendi varoluşları içindeki rüzgârı döndürme şekilleri ilk bakışta bir sürü insana baş döndürücü geliyor. Dolayısıyla kapılarını açıyorsun ve bu seni kırılgan yapabiliyor. "

-Kendiniz gibi doğal olmak daha etkin bir yaşamın anlamlı kılavuzu olabilir mi sizce?

"- İnsan sabah kalktığı andan itibaren ayağının bastığı yeri hissetse, gününe ufak şeylerden mutluluk duymakla başlasa, aynaya baktığında kendi gerçek yüzüne gülerek ve onu şekillendirmeye çalışmaktan ziyade her ne ise o onunla yola çıksa, çok daha mutlu bir hayatı olabileceğine inanıyorum. İnsan her zaman kendini inkar etmeden, şekillendirmeye ve benzetmeye çalışmadan, isim koymadan, tartmadan, kendini olduğu gibi kabul etmeli. Sevgi orda başlıyor. Hepimizin çok idealleri var neyi sevip sevmediğimizle alakalı. Ve mümkün olduğu kadar kötüleri bunların içinden çıkarmaya çalışıyoruz. Güzel bir şeydeki her arıza aslında onun güzelliğini tek ve özel yapar. Japonların wagitsavi ?? Felsefesi vardır. Bir şeyin mükemmel olabilmesi için bir arızası olması gerekir. Doğadaki bir ağaç kadar eğri olabilmesi gerekir. Hatta Japon mimarisinde bunun çok enteresan örnekleri vardır. Eski Japon mimarisinden herhangi bir binaya bakarsanız inanılmaz bir mobilya işçiliği görürsünüz. Sütunlar, sütunların seçildiği ağaçlar, kesildikleri bıçak darbesinden zımparasına kadar her şey mükemmeldir. Parçalar birbirine mükemmel oturur. Esneme payları yerindedir. Fakat bir bakarsınız ki iç tarafı tıraşlanmış mükemmel bir kolonun dördüncü yüzü, ağacın doğal hali olarak bırakılmıştır. Dokunulmamıştır oraya, yamuktur. Bu mimariye inanılmaz bir boyut katar. O malzemenin geldiği doğaya, geri götürür insanı. Bu da daha çok kıymetini yükseltir. Bence bu hayattaki her şey için geçerli."

-Yaşamınızı değiştirmeyi göze alabilir misiniz?

"-Sanırım bu ihtiyaç ve gerekliliklere bağlı bir durum. Kendi yaşamımı değiştirmek ister miyim? Hayır. Yaşantımdan tek beklentim uğrayacağı değişikliklere kendi zamanı içerisinde uğraması. Hayatımı değiştirmek istiyorum ya da şöyle yaşasaydım gibi bir özlem içinde olmadım hiçbir zaman. "

-Her canlının farklı tabiatı ruhu kendi beyin gücüyle yönlendirebilir mi?

"- Kesinlikle. Bunun bir şekilde bitkiler için bile gerçek olduğunu biliyoruz. Doğanın bütününde yaptığı bir seçimdir bu. Bir kere ben bilimsel bilinç dışında ortak bir bilinçle hayatın yönlendirildiğinin farkında olduğunu düşünüyorum eksikleriyle beraber. Evet, her canlı kendi düşünce gücüyle kendi var oluş şekliyle kendi etrafındaki mekanikleri kullanarak kendi hayatını etkileyebilir. İki tane fasulyeyi yan yana ekseniz bile büyürken bile birbirleriyle yarışırlar. Burada bir düşünce prosesi yoktur. Oturup hesap kitap yapmazlar, muhabbet de etmezler belki ama ortak bir bilinç var. Bundan bir on sene öncesine kadar hayvanların sadece içgüdüyle hareket ettiklerine inanılıyordu. Şimdi ise anlam veremediğimiz bir sürü şeyi evde otururken bile belgesellerde izleyebiliyoruz. Dolayısıyla ortak bir bilincin ve farkındalığın varlığı bence inkar edilemez. Ve tamamen bu bireyin ya da o canlının kişisel seçimlerini karakterini ve o karakterin oluşumuna bağlı olarak değişimine mahsustur. Bence her canlı hayatını düşünceleriyle yönlendirebilir. Bence başlaması gereken en temel yer odur. Her şeyi harekete geçiren şey düşüncedir. Hiçbir madde düşüncesiz harekete geçemez. "

-Başarılı olmayı mücadele olmaktan çıkarıp yaşam tarzı haline nasıl çevirebiliriz?

"-Başarılı olmayı yaşam tarzı haline getirirseniz iş tüketici bir hale gelir. İnsanların iş hayatlarını ilgilendiren konularda, hobilerinde ya da sporda, modern toplum içinde boğularak yetişiyorlar. Hayatlarını bir sidik yarışı içinde geçiriyorlar. Başarıdan başka bir şeyle tatmin olamayan insanlar tanıdım. Kendilerine, kendilerini tanıma fırsatı vermemişler. Üstelik etraflarında en çok önem verilen olgu da başarı. Başka önemsedikleri bir şey yok. Bir insanı ne kadar küstürebilirsiniz ki kendinden vazgeçip, kendini unutup başarı odaklı yaşayabilsin. Bence başarılı bir hayatın sırrı doğru seçimleri yapıp, kendileri için doğru seçim yaparken, sevdikleri için de doğru seçim yapmaya çalışmanın gerekliliğidir. Ve gerektiğinde onlarla mücadele etmek için bile olsa pozitif bir şekilde mevcut olabilmek, kırılanları bir araya getirebilmek ve bir arada tutabilmektir. Zaman içinde hasara uğrayabilecek ilişkileri bireysel ya da aile ilişkilerini sevgi ve sabırla ayakta tutabilmek için kendi iş hayatında ve ilişkilerinde en doğru seçimi yapmak, gece rahat uyuyabilmek? Bence gerçek başarı bu. "

-Einstein, ''Hayal gücü bilgiden daha iyi'' demiş. Bilginiz yoksa hayal gücü yeterli mi sizce?

"- Eğer sıfırdan başlayacak olsaydık ne bileyim elektrikler kesilse tahmin ediyorum insanların hayatı çok hızlı değişirdi. Büyük ihtimalle çok kısa sürede çok büyük kayıplar verirdik. Sanıyorum hayatta kalabilecek olanlar bilgi sahibi olanlardan ziyade hayal gücü kuvvetli olanlar olacak. Çünkü hayal gücü kuvvetli olan insan, içinde bulunduğu her ortamda bir şekilde bir alet edevat yaparak kendini daha sağlıklı bir şekilde besleyebilecek imkânları yaratabilecektir.

Bilgi sahibi olan insanın ise her zaman bir kısıtlaması vardır. Bildiğini zannediyordur ve o onun için bir çerçeve oluşturur. Ama bugün bildiğiniz şey yarın geçerli ya da önemini yitirmiş olmayabilir.. İşte hayal gücü burada devreye girer. Einstein'ı bir şeyleri keşfetmeye yönlendiren şey hayal gücüydü. Ve bunu ifade edebilmesinin tek yolu bilimsel ve matematiksel olarak açıklamaydı. Einstein patent memuru olarak bir patent ofisinde çalışıyordu. Ofiste işler çok seyrekti günde bir ya da iki kişi gelir o işi yapmak onun en fazla on beş dakikasını alırdı. Bütün gün oturup kafasında düşündüğü şeyleri evrenle bağdaştırıp bunu nasıl formüle edebileceğini düşünüyordu ve bunu yapmak için bol bol vakti vardı. Hayat tarzını da buna göre düzenlemişti. Bir patent ofisi bile hayal gücünün ne kadar sağlam olduğunu gösteriyor bence. Çok doğru insan için hayal gücü bilgiden çok daha önemlidir. Bilginin olmadığı yerde insanlar hayal güçlerini kullanarak var oluşlarını üç yüz bin sene falan sürdürdüler. Bilgi de hayal gücü de gerekli ama yaptığınız bilgi birikimi hiçbir zaman hayal gücünüzün sizi tatmin ettiği kadar sizi tatmin etmez. "

-Sağlıklı beslenmek ve yaşamak için vücut sisteminizi nasıl yöneteceğinizi biliyor musunuz?

"-Ben vücudumu dinliyorum. Ortalama olarak sağlıklı besleniyorum. Gıda alışverişini çok seviyorum, her şeyi tek tek seçmek bana büyük bir haz veriyor. Fakat normalde mümkün olduğu kadar ekmek tüketmiyorum. Bana tıkaç malzemesi gibi geliyor. Ama vücudum bana karbonhidratın eksik olduğunu bildirince iki ay hiç ekmek yemedikten sonra televizyon karşısında oturup bir somun ekmek yiyebiliyorum. Çok hiper aktif bir insanım. Dolayısıyla tatlı yediğim zaman daha da hiper aktif oluyorum çikolatayla aram iyi değil ama vücudum istiyor yolda giderken bir benzin istasyonunda durup çikolata alıp yoluma devam edebiliyorum. Onun dışında güç içinde ne yiyeceğimi düşünmek bana ayrı bir haz veriyor. İştahlı bir ruhum var. Eşim vejetaryen olduğu için son zamanlarda vejetaryen yemekler yapmaya başladım. Et obur bir adamım ve hayatımda bir salata yiyip doyduğum vaki değildir. Vücudum protein istiyor. Eğer bütün gün hiç bir şey yapmazsam bile 2500 kalori yakabiliyorum. Burada anlatmaya çalıştığım şey ben vücudumu dinliyorum. Çok yediğim zamanlar da oldu az yediğim zamanlar oldu. Dengeli beslendiğimi kesinlikle söyleyemem. Besleniş tarzım tamamiyle içgüdüsel. Önüme konan çok sevdiğim bir şeyi yemek istemeyebilirim. Vücudumu mutlu edecek seçimler yapmaya çalışıyorum. Hızlı kilo vermem gerektiği zaman bile, hiçbir zaman zorlamadım açta kalmadım. Vücudumun tercihlerini dinledim. Yapmak istediğim şeyin sonuçlarını kafamda canlı tuttum bu şekilde sonuçlar aldım. İnsanın kendi vücuduyla barışık olması gerekir. Birçok bayanın sonuca ulaşamaması da bu yüzden. Kendileriyle barışık olmadan diyeti bir ceza psikolojisinde yapıyorlar. Herkes diyet yapabilir. Yani zamanında çok kötü beslenip hayatını düzenlemeye çalışan insanlar olabilir. Önemi olan insanın kendini mutsuz etmeden bu yöntemleri uygulaması. Çünkü mutsuzluk hiçbir zaman sağlıklı bir formül üretmiyor ve mutsuz olunduğunda vücuttaki yağ kendini hapsediyor."

Bu röportaj; Ferhat Şirin tarafından Medikaltürk Dergisi için gerçekleştirilmiştir?

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum