Feridun Düzağaç... ŞARKILARIN CİNSELLİKLERİ YOKTUR!

Feridun Düzağaç... ŞARKILARIN CİNSELLİKLERİ YOKTUR!

Aşağıda Feridun Düzağaç ile medyada yapılmış ender röportajlarından birini okuyacaksınız... Bu röportaj; 2kadın.com sitesi için Yasemin Pulat tarafından yapılmıştır...

Ne diyebilirim ki? Sorularıma verdiği cevaplar ve kendisini anlatmak üzere kurduğu cümlelerin sonrasında röportaja dair bir yorum yazmak ya da gevezelik etmek gelmedi içimden açıkçası. Bazen susmak lazımdır ya, sustum. Galiba sadece şunu söyleyebilirim kendi adıma; "O bu dünyaya bir hediye?"

Yasemin Pulat: Hayatın başka bir yerinde duruyor gibisiniz. Nedir sizi ortalama bir zeminde tutamayan?

Feridun Düzağaç: Çocukların büyüyünce "ne olacaksın" sorusuna başka türlü cevaplar verdikleri bir dönemde ben sadece yazarak ifade edebildiğimi keşfettim kendimi. Sonra hayat üzerine güzel şeyler okumanın ve bunları, bu lafları edebiliyor olmanın çok ayrıcalıklı ve çok pahalı bir duygu olduğunu keşfettim. Bu benim ifade biçimim oldu ve beni hep kendi içine konuşan delikanlı bir adam ve şimdi de yaşlı bir adam yaptı. Sanki içime konuştuğum zaman daha naif ve daha masum bir dünya tasarlıyorum.

Y.P: Sektörün bu kadar içinde ama bir o kadar da dışında durmayı nasıl başarabiliyorsunuz?

F.D: Tam da aslında şu televizyon dizisi projesinin ortasında kaldığım şu günlerde aslında kompliman gibi algılanabilir bu sorunuz. Normalde insanlar henüz başındayken ve henüz bana her hangi bir şans vermeden oyunculuk hevesimi kursağımda bırakmak üzereler ama şöyle bir iddiasızlığım var; yazdıklarımın benim için özel olan duyguların sıradan versiyonları olduklarını düşünüyorum ve ortalığa çıkıp "bakın ben acı çekiyorum, bakın ben âşık oldum, gelin bunu dinleyin" diyemiyorum. Şarkılarım daha hafif meşrep olsalardı bende şarkılarımı ve kendimi tanıtmak adına eğer gerekiyorsa bilinen yöntemleri kullanabilirdim ama zamanla yazdığınız şeylerin sizi sağırlaştırdığını görüyorsunuz. Sokaktan böyle bir tepki alıyorsunuz ve bu sizi daha korumacı bir dünyaya götürüyor ve dinleyenle yazılan arasındaki ilişkiye aslında bende müdahale etmek istemiyorum. Ben şarkı yazıyorum ve onlar bir şekilde insanlara ulaşıyor. Dinliyorlar ve masalım onları ne kadar etkilediyse onlar için o kadar önemli birisi oluyorum ve bu bana yetiyor. Bir de hiç kozmetiğe, PR'a, makyaja, imaja hiçbir zaman ikna edilemedim.

Y.P: Nedir bu hayatla alıp veremediğiniz?

F.D: Alıp veremediğim bir şey yok gerçekten. Bence kendimle alıp veremediğim şeyler olduğu için yazıyorum. Oysa hayat, sakin olup soluklandığınızda aslında ne kadar güzel ve yaşanası olduğunu hiç ummadık anlarda gösterebiliyor çünkü doğa kadar güçlü değiliz biz ve benim sadece kendimle ya da derdine düştüğüm değerlerle, bazı şeyleri zamanında yaşayamayışımla ve bunun gibi nedenlerle kendimle alıp veremediklerim var ve onun için yazıyorum. O yüzden de yazdığım şeylerin bir süre sonra başka insanlar için ne kadar kayda değer olduğunu çok sorguluyorum. Yani bazen çok özel geliyor yazdığım şeyler. Kendi içimde öyle bir kontrol mekanizmam da var. Yazdığım ve kendimle alıp veremediğim şeyler başka insanlar içinde bir ortak payda yaratabiliyorsa şarkı olmalı. Yoksa her içimden geçeni insanlarla paylaşsaydım sanıyorum şu anda gerçekten korunuyor olurdum.

Y.P: İnsan durup düşünmeden edemiyor şarkılarınızı dinlerken. Mutlaka sözlere takılıyor ve düşünceyi zorluyor sözleriniz. Modern bir filozof olabilir mi F.D?

F.D: Yok. Öyleysem de bu mümkünse öldükten sonra konuşulsun. Sanmıyorum. Hala 40 yaşındayım ama bir 18'lik heyecanım da var. Baba olduktan sonra ve sanıyorum çok özel bir yaratığın babası olmakla acayip şeyler öğreniyorum. Ona bir şeyler öğretiyor gibi yaparken aslında hayatı ve yaşamayı öğreniyor olmam, eskisi kadar tolerans eşiği yüksek birisi olmamam gibi bir sürü nedenle ağdalı tanımlamaları ve aslında normal bir insanın egosunu çok okşayacak şeyleri görmezden ve duymazdan geliyorum. "Çok iyi şairsiniz" diyenlere de "estağfurullah" demeyi tercih ediyorum. Bir yandan da, belki böyle farklı bir ileti aracı olduğum içinde gururlanmıyor değilim ama bir filozofluktan bahsetmek için bence tam da bu şarkıların zıttı şeyler yazmak lazım. Ben belki kendi çelişkileri ortasında kalan şeyler yazıyorum. Bu da hiç bana bilgece ve olgunca gelmiyor. Çocukça geliyor çoğu zaman ve zaten müzikle olan maceramın da belli bir yerde durması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ben bunları yaza geldiğim sürece çok kabaca ve basitleştirerek tanımlıyorum ki "elli yaşında bile aşkı çözememiş bir adam" gibi durmak istemem açıkçası. Belki zamanla başka şeyler üzerine ve başka şeyler yazmak fikri daha çok heyecanlandırıyor beni.

Y.P: Bir erkek solist olarak şarkı sözlerinde çok kırılgan olabilip aynı zamanda bu kadar da dik durmayı nasıl başarabiliyorsunuz? Neden o kırılganlık sizi zayıf düşürmüyor?

F.D: Şarkıların yazanlarına inat cinselliği olmadığını söyleyebiliriz. Aslında bu şarkılardaki adam gibi değilim galiba ben. Hissetmeyi biliyorum belki ama yaşatmayı sanıyorum bilemiyorum.

İÇİMDE BAŞKA BİR ADAM DAHA VAR VE O DA BENİM ASLINDA!

Y.P: Yani şarkılarda ki kadar rahat deklare etmeyen biri misiniz kendinizi?

F.D: Yazarken daha cesurum evet kesinlikle ama yazarken zaten her insan biraz daha cesur oluyor. Gerçekte hayatı yaşarken insan daha değişik davranabiliyor. Bu güne kadar hep içime konuştum ve içimde yıllardır konuşup duran bu adamı anlamak için başka bir kişi daha var ve o da benim aslında! Sadece yazmak her zaman için benim duygularımı hem çok iyi ifade etti hem de onları sanki başka insanların yaşayamayacağı özel duygularmış gibi hissettirdi çoğu zaman bana. Sanki benim içimde hissettiğim acı, yeryüzünde sadece benim yaşayabileceğim acıydı ve belki bunların şarkı olma sebebi, çok özel bulunma sebebi bu. Aslında çok çırılçıplak bir adam var şarkılarda ve çok da deşifre edildiğini düşünüyorum. Yazdığı sözlerle nefes alan ve öyle var olan bir şarkı yazarıyım ve şarkıcıyım ben ve açıkçası hep bir adamı ve hep bir adamın düşlerini anlatıp duruyorum ama onların ne kadarı gerçekten benim düşlerim ve ne kadarı o adamın düşleri, o bazen benim kontrolümden çıkabiliyor.

Y.P: "Biri aşk derse önce kalbine sor. Kim ne derse yalan, o ne derse öyle?" Kalbin sesini mi dinler F.D?

F.D: Her seferinde aklımın da, kalbimin de beni kendi doğrusuna çektiği durumları çok yaşadım ve yaşıyorum da ama asıl olanın çok da tanımlanamayan hissi şeyler olduğuna yani kalben vuku bulan şeyler olduğuna inanıyorum. Zaten bir insanın mutsuzluğu kalbinin doğruladığı şeyleri, aklının ne kadar yalanladığıyla doğru orantılıdır. Bence her ikisinin de teyit ettiği durumlar, sanıyorum her zaman bir insanın en iyi hissedebileceği ve hayatla ilgili en barışık hissedeceği anlar olmalı diye düşünüyorum.

KÖTÜLÜK KAZANDI!

NEZAKET GERÇEKTEN ÖLDÜ

Y.P: Mutlu musunuz?

F:D: Ben müthiş bir değişim yaşıyorum. Bunda kızımın büyük bir payı var. Baba olmanın, onun gibi bir yaratığın babası olmanın çok payı var. Beni çok olgunlaştırdı, rahatlattı, toleranslarım düştü, artık kimseyle kavga etmiyorum, herkesi anlayabiliyorum. Benim doğru bulduğum şeyin gerçekten doğru olmasının, hayatta bir öneminin olmadığını anlamış durumdayım. Artık eskisi gibi "benim doğrum doğru ve bu aslında gerçekten doğru" demiyorum. Her insanın doğruları olabilir ve yanlışları olabilir. Kendimi daha az üzüyorum, daha az incitiyorum, sokakta olup biten tatsızlıklara ve kötülüklere kafa yormaktan bıktım çünkü gerçekten kötülük kazandı. Nezaket gerçekten öldü. Beni dinleyip sevdiğini iddia eden gençleri bile bazen anlayamıyorum. Onların sevgilerini dile getiriş biçimlerini bile anlamıyorum. Hiçbir şeyle kavga etmiyorum. Keyfini çıkarmaya çalışıyorum aslında hayatımın. Yani akışa bıraktım ve keyfini çıkarmaya çalışıyorum.

Y.P: Baba olmak törpüledi mi o halde sizi?

F.D: Yonttu evet. Daha makul, daha barışık bir adam haline getirdi beni. Hayatın güzelliklerini keşfetmek noktasında belki kendim için cömert olamadıysam bile bu güne kadar, kızım için olmam gerektiği gerçeğini gösterdi ve bu beni çocuklaştıran ve taşları yerine oturtan bir şey gibi geliyor. Mutluyum bu anlamda ama bir de birlikte yaşadığımız birlikte kirlettiğimiz dünya var. Birde bu ülke var, bu ülkenin gerçekleri var. Bu ülkede sanat var, bu ülke de müzik var, bu ülkede emek var, emeğe saygı var gibi bir sürü sorunları ölçmek durumun da kaldığımızda, bu ülke de bir insanın yüzünün gülmesi çok zor gerçekten. Kendi adıma çok mutluyum hayattan. Aynı zamanda çok şanslı bir adamım.

Y.P: Belki şarkılarınız sebebiyle mutsuz bir adam gibi algılanmaktasınız ve yıllardır böyle bir durum da var değil mi aslında insanların size yakıştırdıkları?

F.D: Var evet hatta o mutsuzlukla beslenen ve ortak bağımızın sadece bu olduğuna inanan sevgili dinleyiciler de var -sevgili diyorum çünkü gerçekten doğru ve yakalamış durumdalar- ama bence bir şeye dair soru sormak duygusu aynı zamanda bir mutluluk arayışını da beraberinde getiriyor. Kabaca "aşk acısı çekiyorum evet ama acı çekmek istemiyorum, mutlu olmak istiyorum" demek için aslında o aşk acısı anlatılıyor. Ben eskisi kadar, bu kadar şairane bulunan şeyler yazmak da istemiyorum artık. Daha gündelik, hayata dair şeyler ve daha hafif meşrep şarkılar yazmak istiyorum. Şarkı ve müziğin eğlenceli kısmını yaşamak ve yaşatmak istiyorum. Çünkü zaten dinleyiciler yazdığınız şarkıları ya da albümlerin içeriğini çok fazla konsere taşıyamıyorlar. Gençlerimiz gün geçtikçe daha tahammülsüz oluyorlar ve mesela biz onlara 90 metronom şarkı çalıyoruz, onlar onu 120 metronom söylüyorlar. Hızlandırıyorlar hayatı çünkü her şeyi yaşamak için çabalıyorlar ve sanki zaman kalmamasından korkuyorlar. Tüketme telaşları var. Bu müzik dinleyicilerine ve benim dinleyicime bir sitem değil ama albümleri ve albümlerin içindeki şarkıları biraz tanımak gerekiyor. Yazdığınız şeyleri kısmen, insanlar parça, parça sevebiliyorlar mesela orijinal alt yazılı albümünde öyle oldu herkes çok sevdi o albümü ve çoğu insan benim ilk albümüm olduğunu düşündü ama geriye dönüp baktığımda bu noktada biraz yorgunum ve insanlar videosu olan şarkıları biliyorlar. Onlara konser yaptığınızda, çaldığınızda o şarkıları dinlemek istiyorlar, hiç değilse öncelikle onları dinlemek istiyorlar.

Y.P: Mutsuz mu ediyor bu sizi?

F.D: Evet, incitiyor. Bazen çok kalbimi kırdığını hissettiğimde sitem ediyorum ama buna da hakkım yok. İnsanlar sizi o şarkı da seviyor olabilirler ama ben artık o şarkıyı söylemekten sıkılmış olabilirim ya da yazdığım yeni şarkıları beraber söylemek istiyor olabilirim. Yani bunu sadece küçük bir nokta olarak tanımlayalım. Bu bende çok büyük bir küskünlük ve kırgınlık yaratmadı ama yorgunluk yaratıyor. Yani mesela ben onlara son albümden "Yeniköy"ü söylemek için sabırsızlanırken aradan bir sesin "Nadas" ya da "Alev, Alev" demesi beni şöyle bir tokatlıyor. Oysa bir bıraksalar ben onlara ne şarkılar söyleyeceğim ama çoğu zaman da tabi onların gerçekten tepinmek, zıplamak, eğlenmek, dağıtmak istediklerini görüyorsunuz ve söyleye geldiğimiz şarkılar ne kadar izin veriyorsa o kadar eğleniyorlar aslında. Açıkçası onları öyle görmek benim de çok hoşuma gitmiyor değil. "Hadi eğlenelim, ellerimizi sallayalım, ortak bir şey yapalım" diyorum, yapıyoruz ve çok inanılmaz bir şey çıkıyor ortaya. Birlikte eğlenmek de güzel ve ona göre şarkılar yazarsam ben, demek ki yapmak istediğimi yapabiliyorum diye o zaman övünüp böbürlenebilirim ama şimdilik böyle bir durum yok. Şimdi dinleyicilerimle kurduğum ilişkiden son derece memnunum. Umarım televizyon projesinden dolayı, seyredenlerle de böyle mesafeli bir ilişkim olur.

İNSANLARI KIRMAKTAN KOMPLEKS BOYUTUNDA RAHATSIZ OLAN BİRİYİM

Y:P: Yeni bir dizi de oyunculuk yapmaya başladınız. Mutlu ediyor mu sizi oyuncu olmak? Nasıl karar verdiniz ve evet dediniz bu projeye?

F.D: Aslında çok yeni. Benim kızımla kahvaltı yaptığım bir kafe de bu dizinin senaristi ve yapımcısı beni görüp gözlüyorlar ve o anda kafalarından geçen bu karakter için teklifte bulunuyorlar. Bende, daha hafif meşrep, daha eğlenceli bir hayat, daha günlük, daha basit, daha yorularak ve başka şeylere kafa yorarak geçirmek istediğim ve bunu muhtacen hissettiğim bir dönemde iken zamanlama harikası oldu diyelim. Başka bir zamanda, başka bir anda belki üzerine daha fazla düşünecektim ve hayır diyecektim ama şimdi görüyorum ki hayır dememek evet demek de iyi olmuş. Sette olmak, oynuyor olmak, oynuyor gibi yapmak ve işin o kısmı gerçekten çok heyecan verici. Çünkü bilmediğim bir şey öğreniyorum aslında. Bilmeden denediğim bir şey çünkü. Öğreniyorum hani dizi öyle bir şeydir ki bilmeden de denenebilir ve öğrenilebilir gibi bir yorum çıkmasın bundan ama zaten 20 yıldır insanlara sahneden masallar anlatıyorum. Sahnede kendi hikâyenizi anlatırken ister istemez onun bir teatrali olacağı bir gerçek. Üstesinden gelebileceğim bir durum ve umarım oyunculuk bende şimdi tanımlayamadığım başka bir boyut alır ama "bir televizyon projesinde yer alan bir adam" ya da "eskiden bize şarkı yazan şimdi oyunculuk denemesi olan bir adam" olarak sokakta gördüğüm ilgi beni gerçekten çok ürküttü aynı zamanda da üzdü. Ben yıllardır Bozcaada ya gider gelirim. Henüz bu dizinin sadece üç bölümü yayınlanmıştı ve ben ilk defa gemiden çıkamadım. İnsanların ilgisi beni hem şaşırttı hem ürküttü. Sanki herkes sadece televizyon izliyor gibi bir fotoğraf çektim ki eğer gerçekten öyleyse buna üzülürüm. İşin o kısmı beni biraz yoracak ve hayatımdan çalacak. İnsanları da kırmaktan kompleks boyutunda rahatsız olan biriyim. Bu güne kadar benimle ilgili her şey yazılıp çizildi ama eğer bir gün biri "bana çok kabalık etti" derse buna gerçekten çok üzülürüm çünkü kimsenin kalbini kırmadığıma inanıyorum ben ama o kısmı dışında şimdilik pişman değilim, heyecanlıyım.

Röportajın devamını okumak için TIKLAYINIZ

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.