Halil Ergün... 'DESTANSI BİRKAÇ TANE AŞK OLDU HAYATIMDA!'

Halil Ergün... 'DESTANSI BİRKAÇ TANE AŞK OLDU HAYATIMDA!'

FT Ekonomi Dergisi Magazin Editörü Ferhat Şirin bizim daha çok oyunculuğuyla tanıdığımız, şair ve senarist Halil Ergün ile çok konuşulacak bir röportaja imza attı.

F- Halil Bey öncelikle röportaj teklifimi ikinci kez kabul ettiğiniz için teşekkür ediyorum. Yaprak Dökümünden sonra bir dizide oynadınız, dört bölüm sonra kaldırıldı. Neden bu kadar çabuk kaldırılıyor diziler?

H- Kanalla şirket arasındaki mali anlaşmazlık nedeniyle kaldırıldı. Kıramadım, oynadım ama hata ettim. Proje de çok iyiydi aslında, yani bugün olsa sanırım yine yaparım.

Reklamı iyi yapılmadı, hikayesi daha yeni başlıyordu ama konuşmanın da pek anlamı yok; kaldırıldı. Yeni teklifler de geldi ama son zamanlarda hafif hikayelere yöneldiler, gençlerin aşk hikayeleri yoğunlukta.

Ama bu senaryolarda çalışmam, benim şartlarımı karşılamayan işi yapmam. Bu işin doygunluğunu yaşadık. Diziyi maddi yönden hiç düşünmedim ben, biraz daha para kazanayım diye yapmadım yani.

Hatta inanmazlar belki ama ben, para bile talep etmedim. Benim ücretimi prodüktörler kendileri tayin ettiler seneler içinde. Benim meslek adabımdır; “ben şu parayı isterim” demedim.

F- Peki şimdiki dönemde hak ediliyor mu bu para? Yani hiç tanınmamış birinin birden yıldızlaşması, dizi başına yetmiş, seksen bin lira kazanması?

H- Arz talep meselesi diyebiliriz. Yani kimin ne kadar kazandığını bilmiyorum ama hakları verilmeli insanların.

Telif hakkı var bir de bizde işlevselliğe kavuşamadı. Mesela “Yaprak Dökümü” Arabistan Çöllerinden Balkan ülkelerine, Türki Devletlerden İran’a,

Azerbaycan’a kadar izlendi. Prodüktörler veya kanallar oralardan baya para kazanıyorlar, nasıl anlaşıyorlar bilmiyorum… Telif hakkımız olsaydı bizim de paramız olurdu yani.

Kemal Sunal’ın filmleri mesela. Her dakika her yerde oynuyor. Telif hakkı olsaydı dükkan kirası gibi, oyuncuya küçük pay düşer ama hakkını alır. İtalya’da oynadığım filmden ara sıra para geliyor çünkü telif hakkı var.

Böyle sekiz-on filmden paranız gelse ekonomik endişeniz olmaz, çok şükür benim yok da başka oyuncuların da olmaz. Yeni oyunculara bu sözüm; televizyon, tüketip atan bir kurum. Sürekliliği yok. Paralarını iyi değerlendirsinler. Kimler gelir, kimler geçer…

F- Peki son jenerasyondan beğendiğiniz oyuncular kimler, hem erkeklerden hem kadınlardan?

H- Bir şey söyleyemem. Yani hepsi birbiri gibi oynuyor, belki ukalalık olarak algılayacaklar ama. Güzelliği teşhir etme çabası görüyorum, işte oğlanın güzelliği-kızın güzelliği…

Oyunculuk öyle kolay iş değil, gülmekle, güzellikle, yakışıklılıkla olmaz. Kıvanç (Tatlıtuğ) kafa yordu bu meseleye, kavradı ve şimdi oyuncudur.

F- Kenan İmirzalıoğlu?

H- Kenan da oyuncu tabi ki o da çok çalıştı. İsmini bilmediğim çok yetenekli çocuklar var ama takip edemiyorum, isimlerini bilemiyorum bir de çok fazlalar… Eskiden evden kaçardı çocuklar oyuncu olmak için, şimdi aileleri götürüyor oyunculuk okullarına.

Bana bile birçok yakınım, ahbabım “bizim yakınımız, oyuncu olmak istiyor, yardımcı olabilir misin?” diye geliyorlar. Ama bu işlerde yetenek yoksa torpil de olmaz. Zaten yetenekliyse de o hak ettiği yere gelecektir.

F-  “Bu senaryoda, bu işte neden oynadım?” dediğiniz oldu mu hiç?

H-  Hiç olmadı. Yani bugüne kadar hiç olmadı, pişmanlık yaşamadım.

F-   Peki, Halil Ergün sinemanın dışında neler yapar günlük hayatta?

H-  Çok bir şey yaptığım söylenemez aslında okuma-yazma dışında. Şu ara dinleniyorum diyebilirim. İznikliyim ben, geniş bir aileyiz; topraklarımız var, tarımla ilgileniyorum.

Boş vakitlerimde dostlarımla akşam yemeği yemekten çok keyif alıyorum. Senaryo çalışmalarım var, ucundan kıyısından çiziktirdiğim...  Bir hikayem var; onu ben çekmek istiyorum.

Aslında bu sene çekecektim ama benim tembelliğim bir de bu sene iyi geçmedi benim için, problemler arka arkaya geldi… Evimin 15 metrelik duvarı aşağı uçtu, çöktü yani. Evi terk etmek zorunda kaldık.

Sonra incelemeler yapıldı evin sağlam olduğu anlaşıldı, bu sefer duvar için işin başında olmam gerekti. Evime hırsız girdi, güpegündüz, mutfak

kapısından girmiş. Beni rahatsız eden mahremiyetime girildi, yoksa alınanlar mühim değil… Fizik tedavi gördüm bir ay kadar; omzumdaki bir rahatsızlıktan dolayı. Ailemde problemler oldu, bu

konularda çok hassas olduğum için bana yansıyor tabi ki…Bir de tabi son dönemde yaşanan seçimler ve sonrası var, çok etkiliyor herkes gibi beni. Şikâyetçi değilim ama eve kapanma dönemi gibi oldu bu sene benim için.

F-  Duygusal biri misiniz?

H- Çok! Yaşla ilgili olduğunu düşünmüyorum ama ben ağlıyorum son zamanlarda. Bir karşılaşmada, uyduruktan da olsa filmin bir sahnesinde…

F Önceden ağlamaz mıydınız?

H- Ağlardım tabi ki ama bu kadar hassas değildim. Bu kadar etkilenmezdim. Aslında bir canavar da besliyorum içimde, içinde yaşama tutkusu olan bir canavar. Beni yaşamak delirtiyor, çok bağlıyım hayata.

Hayat derken sadece seksin, insani aşkın peşinde koşmak değil bendeki. Her şey… Hayvanlar, doğa. Mesela herkes rüzgar sevmez, ben bayılıyorum. Yağmura ölürüm, tahrik olurum.

F - Yağmurun neyi tahrik ediyor mesela sizi?

H- Kokusu, sesi. Bedenimizin üçte ikisi su yani. Dünyanın da öyle. Bu ne kadar derin his, duygu benim için anlatamam…

F- Halil Bey, bu kadar duygusal bir insanın hayatında aşk olmamasını nasıl yorumluyorsunuz?

H- E ama aşk öyle kararla olmuyor… Uzun zamandır aşk yok evet ama destansı birkaç tane aşk oldu hayatımda, izi kalan, gönlümde ya da zihnimde gündeme geldiğinde bir ürperti oluyor hala içimde.

F- Evet… Ben bir de şunu sormak istiyorum: Jack Nicholson’la John Travolta’nın “Evet, biz gayiz.” demişlerdi, Angelina Julie’nin Dünyanın En Seksi Kadını Ödülü’nü alacakken “Bana bu ödülü vermeyin çünkü ben heteroseksüel bir kadın değilim, kadınlardan da hoşlanıyorum.”

demişti. Amerika’da toplum hiç umursamadı bu söylemleri. Türkiye’de olsa mesela bunlar, toplum nasıl karşılardı?

H- Bu ülkede olsa, Allah muhafaza… Bu ülkede insanlar öyle korkularla yaşadı ki… Mesela bir kere eşcinselliğin, transseksüelliğin,

biseksüelliğin ayrımlarını bilmiyorlar ve ötekiye karşı daha yeni yeni anlayış göstermeye başladılar. Bu toplum bu konuda hazır değil.

Daha yeni yeni bu konu hakkında gösteriler, eylemler yapılıyor. Uzakta olmasam ben de katılırdım, destek verirdim, hiç umurumda olmazdı kimin hakkımda ne düşündüğü, ne söylediği.

Bu ülkede insanları, haklarında; **ospu, *bne, vatan haini, ajan diyerek yok ederler. Bahsederken “lezbiyenler” diyorlar, ya sanane! Heteroseksüel diyor musun, hayır!

F- Unutma huyu mu, bilmem. Ama sonra hepsini minik minik hatırlıyorum. Hayvanlara âşık olarak büyüdüğüm için. Hiç uzun yıllar etkilenmedim ben.

H- Ne beslediniz, büyüttünüz mesela?

F- Kim bilir kaç tane köpek, sayısını hatırlamadığım kadar kedi. Mahallede hala on sekiz kediyle ilgileniyorum.

H- Siz nerede büyüdünüz, çocukluğunuz nerede geçti?

F- Bakırköy. Bakırköy çocuğuyum ben. Bahçeli büyük bir evde büyüdüm. Koyun, ördek, Sivas Kangalı, civcivler, tavuklar.

H- Ben anlatayım şimdi hanımefendi: Hayvan ahırlarımız, atlarımız, koyunlarımız, mandalarımız, ineklerimiz, ördeklerimiz, kazlarımız, civcivlerimiz… Ben operatörüm bir de… Civcivlerin büyütülmesinde, ameliyat bile ederdim onları.  Tutkumdu. Ama düne kadar, şimdi yine civcivlerimiz var.

F- İlk röportajınızda; Zekeriyaköy’e taşınacağınızı, orada organik tavuk yetiştireceğinizi söylemiştiniz…

H- Yaptım! Evet yaptım. Biraz ondan bahsedeyim: Bir tane civciv sakat doğabilir, tamam. Ama Beş tane civciv kör doğabilir mi? İlk kez karşılaştım böyle bir şeyle…

Bakın bu organik-inorganik meselesi çok mühim. Bu civcivlere kadar sirayet eden sağlıksız beslenme, hormon gibi şeyler mevcut.

F- Evet! İnsanın mazotu beslenme! Onu da elimizden aldılar. Yediğimiz her şey kanserojen, inorganik ya da Gdo’lu.

H- İznik’te yaşamak istiyorum.

F- Zekeriyaköy uzak olduğundan bahsetmiştiniz ama bana telefonda? ( Röportajımız için buluşacağımız yerden konuşurken…)

H- Zekeriyaköy’e denemek için gitmiştim zaten. Çpk güzel kafesler yaptım oraya, her cinsten tavuğum vardı. Ben ordayken iyiydi ama ben ayrılınca iyi bakmıyorlardı hayvanlara. Neyse bir gün yan taraftaki evde yaşayan bir kadın: “Halil Bey, sürekli tavuklarınız kaçıyor.

Halil Bey, köpeğimizin psikolojisi bozuluyor çünkü sürekli onları kovalıyor.” ( Gülüyoruz…) Tavuk mesele oldu ya! “Hanımefendi ne yapabilirim? Üstünü falan da örttüm kafeslerin” diyorum; “ Seslerini duyuyor yine o tarafa geliyor “ falan… Neyse o taraf bitti bu sefer

diğer taraftaki komşum, İtalya’dan zeytin ağacı falan getirttiler. “ Halil Bey bu horozlar bizi rahatsız ediyor. Ötüyorlar. Sabah çok erken kalkıyorlar.” Bu da ötüyor; ( şuan beslediği horozdan bahsediyor.) geçen sabah saydım saat 05:00-06:00 gibi, yirmi üç defa öttü! ( Gülüyoruz…)

Neyse; komşuma döndüm: “ Buranın adı Zekeriyaköy değil mi? Evet. Köy yani! Köyde ne vardır? Eşek sesi vardır, ezan sesi vardır bir de horoz sesi vardır! Neyse bu olaydan da sonra bahçıvana “al bütün tavukları, al götür elli tane tavuğu.” Dedim!

Şimdi burası benim bahçem. Kendi kuşlarım vardı, kumrularım, sultan papağanım vardı… Tencereyle falan yem veriyordum onlara.

Komşum haber göndermiş “ işte Halil Bey yemek vermesin kuşlara, kuşlar buralara pisliyor “ falan diye. Tabi ben veriyorum. Sonra bana geldi laf söylemeye. “ Çok mu zor? “ dedim ya. Çok mu zor yani haftada bir gün hayvanın kakasını beton zeminden kazımak?

F-  Ama insanoğlu yani… Nefsine yenik bir canlı. Başka bir canlıya yaşama şansı vermiyor. ‘Beni-Bana-Benden! “Ben!” diyor hep.

H- Gülüyorum artık ya. Ne yapayım? Sinirlenmiyorum… Lanet olsun. Köylülük çok  tehlikeli. Mantalite olarak söylüyorum, yoksa ne köylüler var biliyorsunuz…

İşte böyle benim hayatım. Şimdi kasabamda bitmesi gereken işler var, bir de bizim miras meseleleri var… Kız kardeşler pek uğraşmıyorlar. Cahil insanın vicdanı da yok biliyor musunuz?

Yani bunu gördüm… Vicdansızlık insana her şeyi yaptırıyor. İmar planı bilmiyor, tapu kültürü yok bilmiyor,  vasiyet bilmiyor.

Cehaletin vicdanı yok, korkunuz! ( üzerine basa basa tekrar söylüyor.) Türkiye’de asıl mesele de bu. Vicdanların çoğalması, büyümesi lazım. Hepsi dahil buna. Solcusu da sağcısı da dahil.

F- Vicdan insanın fıtratında Allah tarafından verilen bir duygu. Ama işte o ‘maddeye sahip olma’ arzusu ağır basıyor ve unutuyorlar zamanla. Kötüleşiyorlar…

 

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum