Hülya Avşar... "BEYNİMLE SEVİŞMEYİ SEVİYORUM!"

Hülya Avşar... "BEYNİMLE SEVİŞMEYİ SEVİYORUM!"

Hülya Avşar, "Yuva yıkan kadın" dediği Hürriyet yazarı Ayşe Arman'a yine çok kunuşulacak açıklamalarda bulundu.

Hülya Avşar.

Bu, son 20 yıl içinde beşinci röportajımız.

Fırtınalı bir ilişki.

Bana "Yuva yıkan kadın!" bile dedi, daha ne olsun.

Ama benim için yine de özeldir.

Bu ülke için özeldir.

Bir markayı bunca yıl başarıyla taşımak her şeyden önce sıkı bir zeka gerektirir.

Zaman zaman, özgüven patlamaları yaşasa da, onu hep eğlenceli bulmuşumdur.

Bir de son zamanlarda acayip kilo verdi, çok güzelleşti.

Birkaç gün önce birden, "Niye bir Hülya Avşar röportajı patlatmıyorum?" dedim.

Öyledir.

Hülya Avşar röportajı normal olmaz, kendi içinde bir patlaması olur.

Sezgileri çok kuvvetli bir kadındır.

Tatlı tatlı durur orada.

Ama eğer soru, ona ve yıllardır taşıdığı kadına Hülya Avşar'a zarar verecek bir şeyse, birden içinden bir 'yaratık' çıkar.

Aman Allah'ım yanarsın, perişan eder.

Dilinin kemiği yoktur, demediğini bırakmaz.

Böyle de bir erkek tarafı var.

Bu sefer -artık 40'larımızdayız, ben başındayım o sonunda ama olsun, aynı yaş döneminin kadınlarıyız- iki arkadaş gibiydik.

Ben onu sinir edecek, ısıracak bir şey yapmadım, o da herhangi bir kapris yapmadı.

İstinye Park'taki Borsa'da buluştuk, perdenin arkasında Hülya Avşar'ın bir masası var, neredeyse her gün orada. O bonfile yedi, ben enginar, spordan çıktığı için, imza fotoğrafı istemedi.

Zaten Zeynel Abidin'in çektiği fotoğrafları görünce, "Birlikte fotoğrafı boşver, sen kendi fotoğraflarını ver yeter" dedim.

Hayatının bu döneminde kendini nasıl hissediyorsun?

- Hiç olmadığım kadar güvenli. Demek ki, 46-47 yaşına gelmem gerekiyormuş böyle hissetmem için. Kimseye hesap verme gereği hissetmiyorum. İyi, rahat ve huzurluyum. Yaşıtlarımı görüyorum, garip garip tikler başlamış, bende yok. "Acaba" diyorum, "Mesleğimde iyi olmanın verdiği bir güven mi?" Ama yok, yaşadıklarım, biriktirdiklerim... Bence mutluluk 40'ların sonunda geliyor.

Gerçekten öyle mi dersin?

- Evet, evet. 30'lar çalışmakla geçiyor, bir hayat mücadelesidir, telaştır gidiyor. Aile ve mahalle baskısı, "Evlen, evlen!" Sen ne kadar "Takmıyorum milleti" desen de, takıyorsun işte. "Evleneceğim, yuva kuracağım, anne olacağım!" Sonra 40'lar... O da, "Ha gayret, şu üç merdiveni de çıkarsan, maddi manevi rahatlayacağım" dediğin dönem. Yine yükleniyorsun kendine. Ama işte, 45'ten sonrası, hele 46-47, "Anasını satayım!" dediğin dönem, "Hayat benim, istediğim gibi yaşarım!" Kimseye eyvallahın olmuyor.

Yani artık, "Herkese, her şeye, her yere yetişmeliyim yok" öyle mi?

- Yok! Kimseyi iplemeyen, daha sakin, daha duru bir Hülya var artık. Sabahları erken kalıp sporumu yapıyorum. Sonra işlere dalıyorum, öğleden sonra mutlaka bir saat uyuyorum, sonra tekrar iş. Ama telefonumu açmamak gibi bir lüksüm var. Canım istemiyorsa açmıyorum. Zaten benim için önemli olan herkesle sabah konuşuyorum, iyi olduklarını öğreniyorum. Gerisi hikâye. Anlayacağın, hayatımın bu döneminde zamanında yapamadığım birçok şeyi yapabilmenin zevkini yaşıyorum.

Geçmişle tüm hesapların kapandı mı?

- Bu sabah televizyonda bir uzman, "İnsanın psikolojisinin bozukluğu, yaşadıklarından ders alamamasından kaynaklanır" dedi. O kadar hoşuma gitti ki, ben yaşadıklarımdan öğrendim, hâlâ öğreniyorum. Üstelik geçmişimle hesaplaşa hesaplaşa. Daha önce acı duyduğum şeyler, gün geliyor bana acı vermiyor, üzerinden atlamış oluyorum. "Yaşasın" diyorum, "Bir zamanlar üzüldüğüm şeyler, meğer bana ne güzellikler öğretmiş."

Valla ne diyeyim? Karşımda başka bir Hülya Avşar var. 46 mı 47 mi bilmiyorum ama bastığın bu yeni yaş, sana çok iyi gelmiş? Geceleri ne yapıyorsun? Evde, el ayak çekildikten sonra?

- İşte günün en güzel zamanı! Ev tamamen benim. Zehra uyumuş oluyor. Bütün personel de... Neredeyse yaz-kış, şömine yakıyorum. Hemen televizyonun önünde yatma pozisyonuna geçiyorum. Ne kadar abuk sabuk program varsa, hepsini izliyorum. Bir o kanala, bir bu kanala atlıyorum. Aptal aptal bakıyorum. İnan, en mutlu olduğum an. Çünkü kimse bir şey sormuyor, "Ne yapalım, ne edelim" yok. Münasebetsiz telefonlar yok.

Vitesi tamamen boşa alıyorsun?

- Aynen. Ve özgürüm. Biliyor musun, tam da bunu yaşayabileceğim bir sevgili istiyorum. Birbirimize yük olmadan, aynı evin içinde, birbirimizin varlığını hissederek, yok olmayı becerebileceğimiz bir ilişki. Sana bu huzuru verecek insan da, ancak senin yaşlarında olabiliyor. Çünkü hayattan ne istediğini aslında 40'ların sonunda anlıyorsun.

GENÇ SEVGİLİ ZOR

Senin genç bir sevgilin olamaz mı?

- Zannetmiyorum. Ben öğrenmeyi, gelişmeyi seviyorum. O da senden küçüklerle sanki çok mümkün değil. Ya da ben olabileceğine inanmıyorum. Ne diyorsam, tek bir cümlede anlatabilmeliyim, iki saat ona izah etmemeliyim. Her şey de seks değil. Ben, beynimle sevişmeyi seviyorum. Beyniyle sevişebildiğim erkeğin seksinden zevk alıyorum. O yüzden genç sevgili zor.

Öyle bir söyledin ki, sanki sadece beyinleri önemli. Bugüne kadar birlikte olduğun bütün adamların çok fit vücutları var. Beyniyle sevişeceğin adamların, aynı zamanda çok fit olmalarını da istiyorsun?

- A tabii. Spor yapmayan, vücudundaki teri atmayan, bedenine bakmayan bir erkeği?

Yatağına alamazsın!

- Yatağa almayı bırak, suratına bile bakmam. Bakamıyorum. Basbayağı midem bulanıyor.

Türk erkeklerinin büyük bir bölümü çok üzülecek şimdi! Gövdelerine saygısız davrandıklarını düşündüğün için mi?

- Hayır, bana pis geliyorlar! Düşünsene bir gün önce belki içki içti, ne yedi ne yaptı, ne etti, vücudunda onlar, hâlâ duruyor. Göbekli erkeklere de tahammül edemiyorum. Erkeğin spor yapmaması demek, benim için ilkokul mezunu bile olmaması gibi bir şey. Böyle bir duygum var. Ben hayatımda sporu farklı bir yere koyuyorum. Spor yapmadığım günler yanıma bile yaklaşma, o kadar sinirli oluyorum.

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.